31 Aralık 2011 Cumartesi

En Sevdiğim Yeni Yıl Şarkısı...



Bu sabah karanlığı
Küçük melekler yırttı
Şafak tatlı bir düştü
Gerçeklere uyanmak
Bugün çok hoştu


Işık, ışık, ışık, daha çok ışık
Umut, umut, umut daha çok umut
Yeni yıl yeniden yine yeniden yenile bizi
Umutlarımızın tek habercisi


Biz en gençleriz
Biz en açığız
Biz en hazırız
Mutluluk vaatlerine


Işık, ışık, ışık, daha çok ışık
Umut, umut, umut, daha çok umut
Yeni yıl yeniden yine yeniden yenile bizi
Umutlarımızın tek habercisi

En aşık biziz
Barış biziz
Gelecek biziz
Sizi de bekleriz...

30 Aralık 2011 Cuma

Eskiden..


Eskiden geceleri uyuyamadığımda yalnız olduğumu düşündüğüm zamanlar vardı. Sabahları uyandığımda yataktan ters kalksam da kalkmasamda hiç birşeyin değişmediği sebepsiz moral bozukluğu ile geçen günlerim vardı. 
Eskiden yanımdan geçen delikanlının parfüm kokusunu duyumsayarak özlemle andığım adamlar, çalan bir şarkıda mazisini unutamadığım anlarım vardı. 
Eskiden sıcacık olan evimin duvarlarını buz gibi hissettiğim, sırf bu yüzden sabah kahvaltılarını, öğle ve akşam yemeklerini sevemediğim günlerim vardı. 
Eskiden bir yumruk büyüklüğünde olup bin yumruk yemişcesine sızlayan kalbim, içimi acıtan bin bir sözle paramparça, yitik hayallerim vardı. 
Eskiden psikopatı, yalancısı, yapışkanı, şerefsizi, hissizi, adisi ... vb hep beni bulur dediğim anlarım vardı.
Eskiden monoton, renksiz, durağan, sevinçsiz, sevgisiz geçen haftalarım vardı. Bir duble rakı, Zeki MÜREN ve kokulu mumlarımla kendime terapi yaptığım zamanlarım vardı.
Zamanın insan üzerinde törpü görevi gördüğüne inandığım; ancak benim üzerimde bir  işe yaramıyor diye düşündüğüm zamanlarım vardı. 
Eskiden tüm bunlar geçmez dediğim zamanlarım vardı; fakat geçti. Tekrardan gelecek; kötü şeyler olur, kötü şeyler yaşanır, çünkü bu bir kısır döngü. Şimdi biliyorum ki herşey olur, herşey büyür, herşey geçer... İyi ya da kötü... Elimde kalan sadece hayat, hayatım... Çok kahkaha hatırlıyorum, çok mutluluk hatırlıyorum tüm bunları hatırlamam yetiyor bana. Zaman alıp götürse de aldıklarının yerine yenilerini bırakmasını çok iyi biliyor. Senin görevin bunun farkına varmak. Bu kadar basit. :) 
İşte bu yüzden keyifle gülümsüyorum.
Gülümsemeyle kal Güncem.
 (✿◠‿◠)

25 Aralık 2011 Pazar

Hayatın Umulmadık Sürprizleri...


Olay şu ki sevgili güncem; hiç ummadığım bir anda, hiç ummadığım bir halde;  hiç ummadığım birinin beni hiç ummadığım kadar şaşırtacağını hiç ummamıştım. 
Belki... Belkisi yok... Şaşırdım, o kadar... 
Gülümsemeyle kal...

22 Aralık 2011 Perşembe

Nesin Sen? Sahte mi?


Hayatımdaki bazı insanlara teşekkür mü etmeliyim yoksa hakaretlere mi boğmalıyım karar veremiyorum bazen. Hayatı sorgulatma yetenekleri benim üzerimde oldukça verimli bu şahsiyetlerin çünkü. Hayatı sorgulamaktan kastım öyle çok matah birşey değil aslına bakarsan; insan kendi kendini sorguluyor. Şöyle  ki; misal ben, hayatımdaki bazı insanların beni sadece işi düştüğü zaman aradığını merak ediyorum. Biri, bir diğerini neden aptal yerine koymak ister ki? Kendini çok akıllı gördüğünden mi? yoksa aptal olup da bunun farkına varamadığından mı? Böyle durumlarda ben en çok kendime kızıyorum işte; belki bir çoğumuz gibi... Annem çok söyler saf olduğumu tamam; sonuçta anne! Tohumluk, fidanlık, ağaçlık, ormanlık hallerimi bilen biri olarak beni benden iyi tanıması gayet doğal ama saf olduğumun bazen kendim farkına varıyorum. İşte bu durum kötü, annemin "saf" demesi kadar doğal gelmiyor bu durum :)
En samimi, en şirin, en laf ebesi hallerinden etkilenip;arkadaş, dost ya da... (ne derseniz diyin) zannedip, eteğinizdeki tüm taşları döküp konuşarak saatler geçirdiğiniz kişiler suratınıza "Osmanlı Tokadı" kıvamında davranışlar göstererek sizi kendinden soğutabilir... Elimden geldiğince yardımcı olduğum kişilerin bana "Denize düşen yılana sarılır." hesabı, denizdeki yılan muamelesi yaptığına tanık olmuşluğum vardır. Ki bugün de günlerden biridir. Üzülmüşümdür. İçimi sevgili blogcuğuma dökmüşümdür. İnsanın kendini sorgulaması demiştim ya işte o durum tam burada baş gösterir. Belki milyon kez başıma gelmiştir bu tip insanlar, bu tip olaylar. "Yüz veriyorsun böyle oluyor, iyi davranıyordun tepene çıkıyorlar..." söylemleri hiç bitmez bende. Düşünüyorum da ben harbiden aptal bir kızım. Her defasında kandığıma göre.. :) Karşı tarafa suç atmanın, onu bu denli karalamanın bir manası yok. Neyse, canım sağolsun... 
Görüşmek gülüşmek dileğiyle efendim... (✿◠‿◠)

Beyaz Geceler...


 
"Arada bir kendime “Hayallerin nerede?” diye sorarım. Ama başımı sallayıp, “Yıllar ne çabuk geçiyor” demekten başka çarem olmaz.
Bu kez başka sorular gelir aklıma: “Peki yıllarını ne yaptın? Hayatın en iyi yıllarını nereye gömdün? Yaşadın mı, yoksa yaşadığını mı sanıyorsun?” İçimden bir ses yükselir: Bak çevrende her şey nasıl gittikçe soğuyor? Bir kaç yıl daha geçsin, koyu bir yalnızlıkla birlikte bastonuna dayanmış, titreyen bir yaşlılıkla karşı karşıya geleceksin.
Ondan sonra da umutsuzluk, keder, bezginlik… Bir gün gelip hayal dünyam yerle bir olacak, hayallerim sarı yapraklar gibi bir bir dökülecek…
Ah, Nastenka! O zaman hem yalnız, yapayalnız kalacağım, hem de acınacak bir şeyim olmadığı için dövüneceğim. Çünkü yitirdiklerimin hepsi kocaman bir sıfır değerindeki hayallerden başkası olmayacak!"

-Dostoyevski- Beyaz Geceler-

20 Aralık 2011 Salı

Ayrılık...


Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte... İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

16 Aralık 2011 Cuma

Franz KAFKA, Günlükler

 
Franz KAFKA, Günlükler -Cilt 1-, Birinci Defter
 
"Uykusuz gece. Bir dizi uykusuz gecelerden üçüncüsü. İyi uyuyorum ama bir saat sonra başımı yanlış bir deliğe sokmuşum gibi gözlerimi açıyorum. Büsbütün uyanık bekliyor, hiç uyumamışım ya da ancak ince bir zar altında uyumuşum gibi bir duyguya kapılıyorum; uykuya dalma çabasını yine karşımda buluyor, kendimi uyku tarafından kapı dışarı edilmiş görüy...orum. Bütün gece saat beşe kadar sürüyor; bir yandan uyuyor, bir yandan yoğun düşlerle uyanık tutuluyorum. Gördüğüm düşlerle çaresiz boğuşup dururken, “kendi kendimin yanı başında” uyuyorum düpedüz. Saat beşe doğru uykunun son zerresi de harcanıp tüketiliyor, artık yalnızca düş görüyorum, bu da uyanık kalmaktan daha çok yoruyor beni. Açıkçası, bütün geceyi, sağlıklı bir insanın gerçek uykuya dalmadan önce kısa bir süre yaşadığı uyur uyanıklık durumunda geçiriyorum. Uyandığımda bütün düşler çevremi sarıyor, ama üzerlerine uzun boylu düşünmekten kaçıyorum. Sabaha karşı, böyle bir geceden artık hayır gelmeyeceği için kanepede oflayıp poflamaya başlıyor, derin uykularda kaldırılıp götürülecek sonuna bırakılmış ve bir fındık kabuğuna hapsedilmiş gibi uyandığım geceleri anımsıyorum.
Sanırım bendeki uykusuzluk yazmamdan ileri geliyor. Çünkü yazdıklarım ne kadar az ve kötü de olsa, yol açtıkları küçük sarsıntılar duyarlı duruma sokuyor beni; özellikle akşama doğru ve daha sabahları o esintiyi duyuyor, dengemi bozup bana her şeyi yaptırabilecek durumları yakında yaşayabileceğimi hissediyorum; uyanıkken içimde varlığını sürdürüp denetim altına almaya vakit bulamadığım genel gürültü ortasında huzurum kaçıyor. Ama nihayet gürültü baskı altında tutulan, yakına gelmesine izin verilmeyen uyumdur, serbest bırakıldı mı beni baştan aşağı dolduracak, sonra beni upuzun gerip yayacak ve aynı işi yine sürdürecektir. Ama şimdi, varlığım bu ikili durumu kapsayacak güçten yoksun olduğu için, uyandırdığı cılız umutları saymazsam bana zararından başka yararı dokunmuyor; görünür dünya bana yardımcı oluyor gündüzün, ama gece parça parça doğranıyorum ve buna karşı bir şey yapmak içimden gelmiyor."

Günümün Sözü

Yalnızlık tek kelime.
Söylenişi ne kadar kolay!
Oysa taşınması
O kadar zordur ki...

Goethe

10 Aralık 2011 Cumartesi

Muhabbete Bahane


Kahveyi gece kadar karanlık, cehennem kadar sıcak ve kadın kadar tatlı içeceksin... 
(Kolombiya Atasözü)
Bu güzel cumartesi günü bol bol tüketip cılkını çıkardığım, kendine has müthiş kokusuyla büyüleyen, yanında belki bir parça bademli çikolatayla servis edilen günümün missss gibi sıcak içeceği olan KAHVE için yazılmıştır bu satırlar... Ne güzel yazılmış... 
Keyifle içtim, keyifle okudum, keyifle paylaştım... Sizi kocaman gülümsememle selamlar, bu güzel alıntı ile başbaşa bırakırım... (◠‿◠)
 

 Her kahve aynı tadı taşımaz…
Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre değişir…
Sahilde oturduğun rüzgârlı bir sonbahar günü,
En sevdiğin dostun ağlarken içtiğin kahvenin tadı kederlidir…
Kahve telvesine yüreğinin acısı karışır…
Bir pazar öğle sonrası annenin,
“Hadi bir kahve yap da içelim” dediği kahve huzurludur… 
Köpükler annenin göz bebeklerine yansır…
Dudağının kıyısında kalan küçük bir gülümsemedir…
Bir gece vakti zil zurna sarhoş birinin içtiği kahve düşülen kuyudan çıkma çabasıdır…
Koyu kıvamlı kahverengi bir ipe tutunur çıkarsın…
Çıktığın an uyuyakalırsın… Ferahlıktır…
Dostlarla içilen kahve neşedir…
Kahkahalar köpüklerin üzerinde yüzer…
Tek başına gece vakti balkonda içtiğin kahve yalnızlıktır… acıdır tadı…
Ama garip de bir keyfi, lezzeti vardır…
Baban için yaptığın kahve sevgi doludur…
Çay bardağında, az şekerli…
Kahve gibi görünmez sana…
Ama sıcaktır dumanları tüter ve kokusu büyülüdür…
Beklemediğin bir anda sana uzatılan kahve başkadır… isıtır insanın içini…
Yorgun olduğunda içtiğin kahve hafifletir seni… kendine getirir, unutturur günün ağırlığını…
Kahve aynı kahvedir belki…
Köpüğüyle, rengiyle, dumanıyla aynı kahvedir…
Ama içilen kahveler ruhunun süzgecinden geçer ve tadları değişir…
Her kahve aynı değildir bu yüzden…

9 Aralık 2011 Cuma

Huzurun Rengi Gri...


Gerginlik doruklara yaklaştığında hislerin ele geçiriverir seni, o anda seni üzecek birşey olmasa da birşey olacağını hissedersin; ama emin de olamazsın. Kendini yiyip bitirsin. Sebepsiz mutsuzluğun adıdır bu. İçin rahat değil, dokunsalar ağlayacak gibisindir, kimseye tahammül edemez, sorularına cevap vermek istemezsin. Her zaman olan bir durum değildir bu. Ruh sıkıntısı, iç karartısı der geçersin. Adını koyarsın... Huzursuzluktur adı. Bir yerlerde bilmediğin, öğrenemediğin şeydir, öğrendiğinde çok üzüleceğin düşüncesi beynini yer bitirir... Lakin ortada birşey yoktur. Gereksiz, sebepsiz surat asarsın. Yataktan ters kalkma adı altında kalp çarpıntısı ile uyanmışsındır sabah. Gününün içine edeceği aşikardır. Bu his belirsizlikle bağlıntılıdır. Düşündüğün şeylerin gerçek olup olmadığını bilmezsin. Ruh kemirgenidir, nedensiz baş ağrısına, kalp çarpıntısına, boş boş surat asıp oturmana neden olur. Düşünürsün, düşündükçe için acır ve neden acıdığını bilmezsin...

4 Aralık 2011 Pazar

Serenad

“ tık… Kapandı telefon. Bu da aynı diye geçirdim içimden. Bir gün dediklerimi değil, demek istediklerimi anlayacak bir erkek çıkmayacak mı karşıma! Hava kötü dediğimde sadece havadan söz etmediğimi anlamak bu kadar zor mu? İlle de, ben bu hayattan bıktım, türünde sözler mi etmeliyim? İşim çok dediğimde, bana sahip çıkacak bir erkeğe ihtiyaç duyduğumu anlayacak biri…
Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz? Düpedüz, sarıl bana dedikten sonra sarılmanın ne anlamı kalır!”

-Zülfü Livaneli - Serenad-

2 Aralık 2011 Cuma

Neden?

Öyle bir şarkıdır ki bu; ne yazık ki oldukça sağlam olduğunu düşündüğün duvarların yıkımından sonra dinlersin. Kafana "dank!" eder.
 
"Neden yar neden
Bilinmez acı çekmeden 
Neden can neden 
Görülmez günü gelmeden..."

27 Kasım 2011 Pazar

Günümün Sözü


" Yüce Allah der ki; kimi benden çok seversen onu senden alırım ve ekler, onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım. Ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur!!!...
Aklın şaşar, dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur, öyle garip bir dünya... Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur. Düşmem dersin düşersin, şaşmam dersin şaşarsın. En garibi de budur ya, öldüm der durur, yine de yaşarsın !!!..."

25 Kasım 2011 Cuma

Gün Güzeli...

Öğretmenler günü... Bu yıl 24 Kasım diğerlerinden farklı olarak, oldukça duygusaldı. Katıldığım her etkinlikte gözlerimin dolu dolu olmasını hatta dayanamayıp taşmasını engelleyemedim. Sabah katıldığım programda ağladım, akşam katıldığım programda ağladım, eve geldim; hiç bir zaman televizyonu açma gafletinde bulunmam ama açıverdim, izlediğim programda ağladım. Hepsinin bir tek nedeni var ki içler acısı... Van'da ölen meslektaşlarım... Yürek burkan, can acısı görüntülerden, anlatımlardan içim dışıma çıktı. Aslında günün anlamı ve öğretmenliğimin gururu içime mutluluk verse de bir yanım acıya ortak bir hal içinde mutsuzdu. Her neyse asıl yazmak istediğim bunlar değil tabi kiii...
Öğretmenler Günü kutlamasına ve günüme en anlam katanı bir buket beyaz gül oldu. Ismarlama yazısı yazdığım nam-ı diğer H.Ö'yü hatırlarsınız. ( Allahım!! :) Böyle yazınca da gazete haberlerindeki yüz kızartıcı suç sanığının adını kodluyormuşum gibi hissediyorum kendimi :)) Evet ne diyorduk H.Ö beyfendinin o güzeller güzeli çiçekleri diyorduk :) Hem de en sevdiklerimden.. 
Ahhh o rengarenk halleriyle her zevke hitap eden, harika kokuları her tene giden, mutlu mutlu musmutlu edecek; belki çikolatadan bile daha çok melatonin, serotonin ve hatta endorfin salgılatan dünya güzeli tabiat harikaları... Kişi kendine alsa bile bakıp bakıp yüreciğine güzellik damlaları serpiştirir. Hele ki bu buket sevdiğin birinden geldiyse varın siz düşünün yaşattığı mutluluğu.
Eeeee bu durumda sloganımız nedir? 
"Çiçek alın, çiçek aldırın!" azizim :) 
Çiçek candır. Her ne kadar canlı varlıklara zarar vermeyin diye öğrencilerime nutuk çeksem de bu güzellikler karşısında psikopata bağlayıp "Hepsi benim olmalııııı!!" diye çığlık atabiliyorum :) 

Güzeller güzeli buketimi paylaşmaktan bitabiii mutluluk duyarım :) 

Elifcan gülümsemelerle kucaklar efendim :)  
(✿◠‿◠)

21 Kasım 2011 Pazartesi

Öğretmenim Canım Benim...

"Öğretmenlik mesleklerin en az kazanç getireni, fakat insanı en çok ödüllendirenidir." demişler, hakkatten de öyledir. Geçmiş zamandan birinde bana deseler ki dünyanın en harika işi senin olacak. İnanmazdım. İşim zor olmasına zor ama öğrencilerimin arasında herşeyi unutabiliyorum. Bazen zaman hiç geçmese de okulda yine de en zevk aldığım şey kuzucuklara birşey öğretmek. 
Bugün gerçek anlam ve mecaz anlam konusunu anlattım Türkçe Dersi'nde. Bol örnekli, bol alıştırmalı bir ders oldu. Görsel sanatlar dersinde ise bir öğrencimin resmine: "Resmini biraz daha zenginleştirmelisin, daha çok şey çizmeye çalış." dedim. Öğrencimin biri bana anında dönüt verdi. "Zenginleştirmelisin, kelimesini mecaz anlamda kullandınız değil mi öğretmenim?" dedi. Hani Master Card reklamları var; bilirsiniz şu paha biçilemez durumu. İşte o an paha biçilemez. Dünyanın en güzel şeyi. Tıpkı kendileri gibi. Dünya tatlısı kuzucuklarımdan bana 24 Kasım hediyeleri :)










Kocaman bir gülümsemeyle :) :) görüşmek üzere...

Günümün Sözü


"Kimseyi, yorganın altında, gözyaşlarınızı pijamanızın koluna silecek kadar sevmeyin..."

19 Kasım 2011 Cumartesi

Günümün Sözü

 
"Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor.Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. "Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatadır.""

C.Bukowski

15 Kasım 2011 Salı

Çocuklarımla Eğlenceli Sanatlar

Zaman buldukça çocuklarımla eğlenceli resimler yapmak çok rahatlatıcı oluyor. Lakin okul ortamı işte. Çocuklar pek temizlikten anlamayıp her yeri batırabiliyorlar. Sınıf ortamında öğrenci çokluğu nedeniyle bu çalışmalarım sınırlı olsa da elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Daha çok çalışma yapıyoruz fakat fotograf çekmeyi unutuyorum :) İşte bunlar unutmadığım anlardan bir kaçı... 
(Şu kurs bi bitsin kuzucuklarımın türlü türlü fotograflarını çekcem ben )
 2. sınıfta yaptığımız el baskısı çalışmaları... Çocuklar oldukça eğlenmişti. Tabi ben de :)






İsmailim'in 2.sınıfta yaptığı güzel resim :) Mangalda etler falan ağaçtaki kuştan gelen notalar ve pikniğin vazgeçilmezi hamak :) 







Bugün yaptığımız kes yapıştır etkinliği :)
Kocaman gülümsemeyle efendim...
(✿◠‿◠)

9 Kasım 2011 Çarşamba

Bayramın Hüznü, Dedemin Ölümü...

Hayatımın en kötü bayramını geçirdim. 05.11.2011 tarihinde dedemi kaybettim, hayata veda etti. Sessiz soğuk...Ben daha önce ailemden kimseyi kaybetmedim bu şekilde. İçimde tarifsiz acı var...  
Ayın 4'ünde İzmir'e geldim. Hasta dedemi hastanede görme telaşındaydım ancak yoğun bakıma alındığını, ziyaret saatinin ise ancak ertesi gün olduğunu söylediler. Durumu epey kötüleşmiş diye düşündüm ama konduramadım ölümü dedemin o gülen yüzüne... 5 Kasım günü, öğlen 5 kişi gittik hastaneye dedemi görme umuduyla. Kardeşim, babam, halam, kuzenim ve ben. Sadece 1 kişi görebilir dediler o da 5 dk. Ben yeni geldiğim için benim görmeme karar verildi. Kuzenim ise doktor olduğundan belki onunda görmesine izin verirler diye o da benimle birlikte yukarı çıktı. İzin verdiler de. Yoğun bakım odasına girdiğimizde bütün hastalar gayet iyi görünüyordu. Bir kişi hariç... Dedem... Önceden kıpkırmızı olan yanakları sarıya çalıyordu. Uyuyordu. Uyandırdık. İlk önce farkına varamadı kim olduğumuzun. Yardım ettik hatırlamasına... "Dede.. Ben geldim. Torunun..."  Hemen gözleri doldu gülümsedi. Kim olduğumu hatırladı. Ağzı kupkuruydu. Birşeyler söylemeye çalışıyor ama anlaşılmıyordu ne dediği. Biraz su ile ıslattık ağzını; ama bir faydası olmadı. Dedemi bu kadar kötü gördüğümü hatırlamıyorum. Ameliyat olduktan sonra bile bu denli çökmüş değildi dedem. Arkadan "Ziyaret saati bitti!" dediler. Dedemi öperek "Yarın yine geleceğim, bayramlaşacağız. " dedim. Yine öptüm. Birşeyler söyledi yine anlayamadım. Dışarı çıkardılar bizi kuzenimle... Bu onu son görüşümmüş... Meğer son öpüşümmüş...
Dedem 85 yaşındaydı. Hayatı boyunca kendini ailesine adamış bir adamdı. Cenazesinde bir damla bile göz yaşı dökmeyen 2 kardeşini de o okutmuş öğretmen yapmıştı. Daha 14 yaşında evin geçimini sağlamıştı. Çocukken yaramazlıklarıma kızsa da hemen gönlümü almasını bilirdi. Çünkü çok yaramazdım ben. Ele avuca sığmayan cinsten. Haklıydı kızmakta... Zeytinyağılı ve salçalı yemekleri çok severdi. Ekşi ile acıyı çok severdi. Aşçıdı benim dedem... Elleriyle birbirinden lezzetli yemekler yapardı torunlarına, çocuklarına, gelinine, damatlarına... Son 5 yılımı uzakta olduğum için dedemi bayram ziyaretleri, 15 tatil ve yaz tatilinde görmekle geçirdim. Onun varlığını bilmek, Gebze'de olsam da ara sıra sesini duymak güzel şeydi. Bizi gördüğüne hep mutlu olur, telefonda son sözü "Mutlu günler dilerim Çocuum..." olurdu. Haksızlığa hiç gelemez, bol bol espiri yapar, her daim gülerdi benim dedem. Mutsuz ya da sinirliyse sesini yükseltir, kimseye eyvallah etmezdi.
Dedemin ölümü en çok çocuklarını etkiledi.  Dedeme zaten üzüldüm o ayrı; ama babamın o ağlayan haline daha çok üzüldüm. Herkes orda önceikle kendi anne ya da babası için üzülüyor. Babamın artık kimsesi kalmadı. Babaannem 1982 yılında vefat etmiş. Şimdi de dedem...
Bazılarına göre ölüm kurtuluş oldu dedem için. Ölümü algılayışı farkı tabi ki herkesin. Kimisi öldü, kurtuldu dedi, kimisi 85 yaş ölüm için uygun bir yaş olduğunu düşünüyorum dedi. Kimisi kendi hayatından deneyimler sunarak acınızı anlayabiliyorum dedi. Algılayışlar farklı olsa da ölümün adı bile ağır geliyor insana, acı veriyor, göz yaşı akıtıyor....
Yaşlı kimseler öldüklerinde insan kendinin de yaşlandığını hissediyor. Ölüm bize uzak, hiç başımıza gelmeyecek gibi düşündürüyor. Hiç beklenmedik zamanda karşımıza çıkıyor. Rabbim rahmet eylesin canım dedemi, babaannemi...


CANIM DEDECİĞİM SENİ HİÇ UNUTMAYACAĞIM. TIPKI BABAANNEM GİBİ. BANA BABAMI VERDİĞİNİZ İÇİN SONSUZ TEŞEKKÜRLER... GİTTİĞİNİZ YERDE RAHAT UYUYUN SİZLERİ SEVİYORUM...

4 Kasım 2011 Cuma

İkilem...

Bir yanım kurduğum hayallerin tamamen yıkılmışlığıyla, yeni kuracağım hayaller ise kırılma korkusuyla debelenirken diğer yanım daha önce aklımın kenarından, köşesinden geçmeyen yeni bir hayatın heyecanını yaşıyor. Ben istersem olacak bir yeni hayat. Düşüncelerim pamuk ipliğinde. Biri birşey söylese kopup söylemin arkasına sığınacak. O tarafım ağır basacak. "O Kadın" filminde bir replik var ya: "Hangisini seçersen seç; aklın hep seçmediğinde kalacak." Yaşayıp da görmek istemiyorum bu durumu ben. Yaşayıp da pişman olmak istemiyorum, yanlış yapmak istemiyorum. Yanlış karar verip de aklımın seçmediğimde kalmasını istemiyorum. Yaşayıp da gördüğüm günlerim oldu. Yine aynı şey olsun istemiyorum. Doğru kararı verip mutlu olmak istiyorum artık bu saatten sonra. Ne yapacağımı bilmeden, biçare kalmak istemiyorum. Hata yapmaktan korkuyorum. Bir hatayı daha kaldıramaz yüreğim, bu kadar toparlanmışken bir hayal kırıklığı daha olmaz, olamaz hayatımda. Bir karar vermeliyim Güncem. Birine danışsam yanlış yönlendirilmeye meyilliyim. Kendi başıma karar vermeliyim. "En kötü karar bile kararsızlıktan iyidir." derler ya, evet aynen öyledir. En azından kararına göre davranırsın, tüm sorumluluk senin üzerindedir. Ben yapmadım diyemezsin. Ayağın yere sağlam basar. Kısıtlaman olmaz. Yüreğinin götürdüğü yer senindir artık. Yüreğimin götürdüğü yer...???

Yarın İzmir yolcusuyum. Kafadaki ikilemden yol heyecanını bile yaşayamıyorum. Her neyse Güncem. İzmir'den bildirmek üzere...

30 Ekim 2011 Pazar

Hayatın Gidişini Değiştirmek İstiyorsan, Düşüncelerini Değiştir

 
İyi ol fakat çok iyi olma.
Birazcık huysuz ol
Fakat çok değil.
İçinden geliyorsa... dua et.
Eğer sana rahatlık veriyorsa arada bir küfür de et.

Etrafındakilere mümkün olduğunca dostça davran, müşfik ol.
Eğer bir gün kötü davranmanı gerektirecek bir durum Karşısında
Kalırsan;
Bağır, çağır, kır, dök ve unut!
Her zaman ve her yerde eline geçen bütün saadeti yakala,
En ufak bir parçanın bile kaçmasına izin verme…

Yaşa herşeyden önce yaşa
ve sırf, tesadüfen bu dünyaya gelmiş olduğun için,
Laf olsun diye günlerini geçirme.
Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan;
Bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev.

Hayatını o şekilde yaşa ki;
Her an kendi elini sıkabilesin
ve her gün faydalı olan, hiç olmazsa bir şey yap ki;
Gecelerin yaklaşırken örtüleri üzerine çekip kendi kendine
“Ben elimden geleni yaptım” diyebilesin.

Düşüncelerin neyse hayatın da odur.
Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan
Düşüncelerini değiştir.
 

William SHAKESPEARE

29 Ekim 2011 Cumartesi

Cumhuriyetimizin 88. Yılı Kutlu Olsun

29 Ekim 2011. Bugün. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş büyük bir kara çalındı yüzlerimize. Törenler başbakanlık genelgesiyle iptal edildi. 1923'ten beri kutlanan, bize "Güneş" olan, Cumhuriyet Kutlamaları iptal edildi. Neden olarak da Van'da hepimizin yüreğini burkan deprem felaketi gösterildi. Televizyonlarda depremden, şehitlerimizden sonra bile şarkılar, türküler, göbek atmalar, diziler, eğlence programları tam gaz devam ederken Cumhuriyet kutlamaları için hükümet: " Hop! durun bakalım. Eğlencenin sırası değil!" diyerek ket vurdu ulusal coşkumuza. Merak ediyorum da; zaten içimiz buruk, onca acı kayba rağmen, hükümet bizim "Rio Karnavalı" kıvamında Cumhuriyet Bayramı'nı kutlayacağımızı mı sandı? Van depremi iptale bahane oldu bugün.


Her şeye rağmen, her şeye inat biz bugün okulda kutladık Cumhuriyet'i. İçimize çöken hüzünü biraz olsun kenara aldık. Yüreğimiz buruk olsa da Atatürk'ün bize emanet ettiği bu hazineyi korumak adına Saygı Duruşu'nda da bulunduk, İstiklal Marşı'mızı da okuduk. Şiirleri büyük bir coşkuyla okudular çocuklarımız.Günün anlam ve önemini belirten konuşmalar yaptık. Cumhuriyeti anlatan şarkılar bile söyledik. Fotograflar çektik. Ay yıldızlı bayrağımızı 10. Yıl Marşı'nı hep bir ağızdan söyleyerek dalgalandırdık. Gebze'de Cumhuriyet Bayramı'nı kutlayan nadir okullardan biri olduk. Göğsümüzü gere gere "Evet, biz kutlama programı yaptık." dedik soranlara.
Vel hasıl kelam Güncem. Hükümetimizin yeni sloganı bugün bu oldu: 
"Bir neslin Cumhuriyet bilincinden, Atatürk sevgisinden uzak büyümesini sağlamak. Hayaldi, gerçek oldu." (mu?)

Tüm yapılanlara inat! "Unutturamaz seni hiçbir şey."


Yine bugüne cuk diye oturan bir laf daha var ki paylaşmadan edemeyeceğim.

"Ekim'e söyleyin bundan böyle 28 çeksin !
Kasım 9 çeksin !
Nisan 22 !
Mayıs 18 !
Ağustos 29 çeksin !
Çünkü birileri bizi çekemiyor !"
Müjdat GEZEN 

26 Ekim 2011 Çarşamba

Acının Adı...

Her kelime anlamsız bu acı karşısında. Deprem oldu diye sevinen mahluklar varmış. Bu söyleme inat; öyle güzel yazılmış bu satırlar. Ülke olarak bir sınavdan geçiyoruz  Rabbim hepimizin yardımcısı olsun. Deprem bir taraftan, terör bir taraftan...

"Kardeşim,
Van’dan haberlerim var.
Çadırdan geliyor bu haberler.
İnsanları açlık, susuzluk, soğuk veya sürekli olan depremler yaralamıyor sözlerin kadar.
Ailesinin yasını henüz tutamamış, enkaz altından haber bekleyen nice insanlar sözlerinle acı çekiyor.
Bilmem Yusuf’un sırtındaki cansız, beyaz eli gördün mü?
Sen kardeşim, o ölünün sıcaklığını veremeyecek kadar uzaksın insanlığa…
İşte bu yüzden enkaz altında hayata gözlerini yummakta olan insandan daha fazla muhtaçsın insanlara…" (Alıntı)

Bu düşmanlığın, bu nefretin bu kadar yakınıma gelmiş olması üzüyor beni. Vah benim güzel memleketime meğer biz çoktan bölünmüşüz. Meğer Mehmetcik dağda, bayırda boşuna şehit düşermiş.

Ne ara, ne zaman böyle olduk biz?
Ne ara, ne zaman ölüm ister olduk?

21 Ekim 2011 Cuma

Günümün Sözü :(

"80 yaşındaki annesi ölünce metanetini koruyamayan, 20 yaşındaki evladı ölen anneden metanet bekliyor.Annesi ölene öksüz,babası ölene yetim,eşi ölene dul derler ama evladı ölene bir isim yok; çünkü bu isim verilemeyecek kadar kötüdür."
Nihat GENÇ

...

26 şehidin ardından içim yanıyor. Lanet okuyorum. Hastayım, keyifsizim... Haftam oldukça yoğun ve yorgun geçmekte. Bedenim, üzerimden tır geçmişçesine ağrıyor. Halsizim. Hem bedenen hem ruhen... Artık şehit haberi duymak istemiyorum. Kimse istemiyor. Gülümseme yok bu hafta Güncem. Ama gülümseyeceğimiz günler gelecek... Tüm milletçe... Hoşçakal...


"Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor..."

M. Akif ERSOY

18 Ekim 2011 Salı

Gözlerimden Düştün...



Sözlerimi içime saklıyorum
Bir terzi gibi iğneler dudaklarımda
Susuyorum ve içimden
Bırakıyorum seni
Gözlerimden düştün,
Acımıyor mu hiçbir yerin?

15 Ekim 2011 Cumartesi

Tembelliğin Tadı...

Öğlene kadar uyuma ile şekerleme arasında sıkışıp kalmak, cumartesi gününün leziz kahvaltısını hazırlayıp keyifle kahvaltı yapmak, kahvaltııdan sonra sade türk kahvesi eşliğinde gazeteleri karıştırmak, bir kaç dostu ile telefon görüşmesi yapmak, tembelliğin tadını çıkarmak istiyordu bugün. Öyle de yaptı. İyi ki tatil günleri var. Yoksa tembellik bu denli zevkli olur muydu? İyi ki varsınız Cumartesi - Pazar.
Görüşmek, gülüşmek dileğiyle Güncecan. 
Gülücük, gülücük, gülücük  ^_^


Taze sıkılmış ruhum, bayatlamış bahanelerim
Çilekli dondurma ile televizyon seyrederim
Derken bir film başlar, içinde kendimi ararım
Kahramanları herkes sever, bense sıradan bir adamım
En heyecanlı yerinde filmin, telefon çalar, sevgilimdir
Merak ettiği tek şey özleyip özlemediğimdir
Yine de keyifli bir gün
Balkona atarım kendimi, dolunay değiştir beni
Öyle derine dalayım ki, kabarcıklar bile gözükmesin
Derken bir yıldız kayar, tutsam bile elim yanar
Ruhumu çeker medcezir, geri vermezse işime gelir
İnsan bazen kaybolmak ister, kendi kendine kalmayı özler
Hayaller kurmayı sever, gerçekler bazen az gelir
Bu dünya bazen dar gelir, bu hayat boş gelir
Yine de keyifli bir gün...

13 Ekim 2011 Perşembe

Kek...

Her lafa kanan, yemesi kolay, anlaması olay olan insan türü olarak tanımlansa da bu yazının amacı normal bildiğimiz içine Allah ne verdiyse katıp, katıştırıp tadına doyulamayan, nam nam nam yapılmak suretiyle ağız doluyken "Daha yok mu?" diye sormaya neden olan karın doyurgacının analizidir efendim :)

Malumunuz bayanların altındır, paradır bilimum yatırım aracı olan "Gün"lerinde vazgeçilmez elamandır bu tatlı şey. Fındıklısı, cevizlisi, çikolatalısı, şuruplusu, sadesi... bla blası... falanı filanı vel hasıl kerim çeşidi çoktur. İçine ne atarsan onun adını başa koydun muydu tamadır olay. Şarkısı bile vardır. Aldatılmış melek gibi kızı anlatır. (Bknz. burdan ) Neyse orası derin mevzu azizim. Ne diyorduk? Kek... Efendim bunun içinde ne vardır diye sorarsanız... Şöyle ki un, süt, yumurta, kabartma tozu, vanilya, şeker, bi deee işte o neli olcaksa artık kekimiz "Allah ne verdiyse" elemanı olan besin kaynağıdır.
Yeni eve taşınmış komşuya götürülür, tatlı yenilip tatlı konuşulur, ilk samimiyetin temelleri atılır; hastaya götürülür, hasta şifa bulur o derece şifası vardır; hatta ordaki hemşire, hasta bakıcı, doktor... vb çalışana ikram edilir, mutlu edilir çalışanlar. Ulusal mı dersiniz, evrensel mi dersiniz bilmem ama güzeldir kendileri. Ne kadar taze hediye ederseniz o derece sıcacık gülümsemelere neden olursunuz.
Uğruna türlü türlü kalıplar hazırlanmıştır. Klipslisi, teflonu, yuvarlağı, çiçeklisi, düzü, silikonlusu... bi çok çeşidi vardır kendi gibi.
180 derecenin hastasıdır. 170 olursa küser, 200 olursa küser, kabarmaz Allah muhafaza. Duygusaldır, aşırı sıcağa, soğuğa gelemez. 180 olacak arkadaşım!! :)
En iyi kıvamı tutturmak için bütün malzemelerin oda sıcaklığında olması şarttır. Anne özlemi çekenlere birebirdir. İçine portakal kabuğu rendelerseniz, kokusuna oturur ağlarsınız. Fona da Candan ERÇETİN'den "Yüksek yüksek tepelere" şarkısını da eklerseniz, resmen ağlaya ağlaya "Ben annemiiii özleeedimmm" diye şarkıya eşlik edersiniz. Dedim ya şekerim duygusaldır, içlidir, ağlatır, özletir. (O değil de annemi özledim ben yaa :( bak yazarken gözüm doldu. Hemen değiştirmem lazım konuyu...) 
Bunun yanında çok da eğlencelidir. Şöyle ki bizim orda; "Bi kek çırpıverem, çayla yiriz" söylemine neden olur :) Allah!! Ordaki muhabbeti, sohbeti, kahkahayı düşünebiliyor musunuz? :) Muhabbete çayla kankalık eder, eğlencenin ipini çeker...
İşin özü Güncecan yarın okul için Havuçlu- tarçınlı- cevizli kek yaptım. Onu diyivecedim ben sana. Laf uzadı işte :) Güzel de oldu bence. Sen ne dersin? ;)

12 Ekim 2011 Çarşamba

Elif :)


Kendi ismin diye söylemiyorum güzeldir Elif ismi. Kendimle aynı adlı bir kitabı okumak ise çok daha güzel. Çok oldu okuyalı ama olsun Güncem'de paylaşmamıştım. İşte oradan bir kaç alıntı. Cümlelerin altı bilfiil çizilmiştir :)
"Güneş yarın sabah sen dua ettin diye mi doğacak ? Elbette hayır ; güneş kainatın kanunu gereği doğar. Tanrı dua etsek de etmesek de hep yanımızdadır"
"Yani sence dualar gereksiz mi ?" diye üsteledi Tatyana.
Kesinlikle hayır. Sabah erken kalkmazsan güneşin doğuşunu asla göremezsin. Dua etmezsen, tanrı daima yanında olsa bile o’nun varlığını hissedemezsin..."

" Üç gün sonra günlük rutine döndüğümüzde sanki onca yolu tepmemişiz, o kadar uzaklara gitmemişiz gibi gelecekti bize. Elimizde fotoğraflarımız, biletlerimiz olacaktı tabii, yolda topladığımız anılar olacaktı, ama zaman -hayatlarımızın biricik, mutlak, ezeli ve ebedi efendisi olan zaman- bize, Sen bu evden, bu odadan, bu bilgisayarın başından hiç ayrılmadın diyecekti."

Paulo COELHO

"Elif" demişken şarkımı da iliştirivereyim :) Tebessüm ile kal Güncecan :)

Sakin - Elif

9 Ekim 2011 Pazar

Hayat Bana Güzel...

Bu haftam oldukça yoğun geçti salı, perşembe sabahları drama kursu pazartesi,çarşamba ve cuma günlerinin sabahları ise okulumuzda her güne bir etkinlik kıvamı olduğu için yoğunduk Güncecan. :)
Bir bilenin dediği gibi: "Herşeyin bir sonu var; doğrudur. Ama en mutlu son; hafta sonudur." Aynen öyledir. Hafta sonum harika geçti. Dost sohbeti, gezme, tozma, alışveriş, damla sakızlı türk kahvesi, film,çay, kuruyemiş, mükemmel kahvaltı... Sevgili iş arkadaşım Gülşah ve sevgili eşi Kadir sayesinde harika bir hafta sonu etkinliği altına imza attık. Cumartesi Maltepe- Carrefour ve Pendik Marina'da bol kahkahalı, gezmeli, tozmalı, kahveli, kahvenin yanında minik dondurmalı(bir Mado klasiği), çikolatalı, müzikli bir akşam. Ardından da evlerinde harika bir film, çay, kuruyemiş faslı yaptık. Pazar sabahı ise Gülşahım'ın güzel ellerinden dört başı mamur bir kahvaltı yaptık. Elleri dert görmesin güzel arkadaşımın. Öyle düşünceli, öyle naif, öyle kibardır ki benim Gülşahım. Her şey için teşekkür ediyorum, hem kendisine hem de eşine. 
Pazar günü ise Esra'nın geçmiş doğum gününü kutladık Yasminimle. Bol bol Enes'i mıncırıp durdum. Oyunlar oynayıp Enescik'le yürüme alıştırmaları yaptık. Esra'ya market market dolaşıp saç boyası aradık, bulduk. Hem annesinin hem de Esra'nın saçını boyadım. Artık benim için bir meslek haline geldi bu iş :) 5 dk'da biti bitiveriyor.  Çok eğlenceli, mis mis bebek kokulu :) bir gündü. Akşam olup da eve geldiğimde Cumartesi ve Pazar'ın benim için bir tatil günü olma havasından çıkıp yoğunluktan yorgunluğa uzanan kolları arasında; dostlarım sayesinde bu kollarda mest olduğumu hissettim. İyi ki varsınız canlarım. Hafta sonu arabada bangır bangır söylediğimiz şarkı ile bu hafta sonunu kapatıyorum sevgili Güncem. Gelecek haftasonlarında bakalım neler göreceğiz.  Sıradaki parça Gülşah ve Kadir çifti için geliyor.... 


4 Ekim 2011 Salı

Kışa Bir Adım Daha Yaklaştırır Ekim

 Geçen yıldan kalma bu fotografım kışa özlemimin, karı nasıl sevdiğimin en güzel örneğidir. :)
Ekim gelmiş, hava soğuk yüzünü yavaştan göstermeye başlamış. Yazlıklar kalkmış, kışlıklar dolapta yerini almış ayh ne güzel ne güzel. Gök gürültüsünden ya da şimşekten haz etmesem de Gebze'ye kar yağmasını sabırsızlıkla bekliyorum. Ekim, sonrasında Kasım bu heyecana daha çok yaklaştırıyor insanı. Kış en sevdiğim mevsim. Lahana gibi üst üste tak takıştır  :) kalın rengarenk upuzun çoraplar bahsi açıldığında bile çıkarıp çıkarıp giymek istiyorum :) Gerçi benim giydiğim renkler kılık kıyafet yönetmeliğine uymuyor ama olsun. İçim karalar bağlasa da ben vazgeçmem renkli giyinmekten :) Sonracığımaaa bereler olsuuunn, atkılar olsuuun, şallar olsunn Elifcan'ın süsü püsü olsun :) Allah aşkına bir düşünün. günlerden Cumartesi. Havada aşk kokusu var <<< demek isterdim ama malesef  :) neyse havada kar havası var. Kar yağmaya başladığında sen evinde sıcacık kanepende uzanaraktan...  klasik evet :) izliyorsun. Veee klasikliğin bozulmasına izin vermeden elinde koca bir bardak sıcak çikolata oy oy oy :) Benim için vazgeçilmez bir şey daha. Okumaya yeni başladığın harika bir kitap. Neymiş efendim? Karmış, sıcak çikolataymış, kitapmış... İşte bu üçlü canmış :) 

 Şu beyazın güzelliğine bak yaa :) Bolu /Abant
Yalan mı yalan mı? Yaz çıplaktır yahu. Sıcaktır, vıcık vıcık sarar bedenini, yapışır hava cildine, bunalttıkça bunaltır. Sonbahar desen yağmurundan, gök gürültüsünden, gribinden salgınından geçilmez. Nedense sonbahar karar mevsimidir. Hayatında belli şeyleri değiştirmek, bir şeylere karar vermek için hep bu mevsimi seçersin. Ayrılık, hüzün, tesadüfi karşılaşmalar, yalnızlık... hepsi bu mevsimdedir. İlkbahar yeniden doğuş mevsimidir. Ben bahar kızı olduğumdan İlkbahar'ı da en az kış kadar severim. Ilıktır, yüzünü, bedenini okşar havası. Gülücüklerin, sevmelerin, başlangıçların mevsimidir. 


Ama Kış... Ah Kış... Ev mevsimidir. Sarılmanın, sarmanın, sarınmanın, sobanın, mumun, sokak lambalarının aydınlattığı kar kaplamış zeminlerin üstünde sıcacık gülümsemelerin mevsimidir. Derin sohbetlerin, efkar basıp sonbaharın akla getirdikleriyle içmelerin mevsimidir. Tesadüfi karşılaşmaların değil, buluşmaların, kavuşmaların mevsimidir. İnce düşüncelidir Kış. Sevimlidir, pofuduktur. Candır can :) Düşünürsün atkıdan, bereden yüzün saçın dağılmış bir halde biri seni gelip güzel bulacak mı? Aşk kokusunu kar havasıyla bir tutacak, tutturacak biri olacak mı diye... Yaz gibi beyhude bir çaba değildir, çalıştığını anlarsın, üretkenliğin tadını alırsın. Mis gibidir. Neyse daha var Kış'a :) Bir Kış yazısı daha yazarım ben Ocak- Şubat- Mart'ta :) ehehehe :) 

Kendime not: Kış senin gibi rahatta geçirenlere güzel. Evi barkı olmayan insanlar ne yapsın? Ne bencil ne fena bir kızsın sen. Her şeye rağmen rabbim yardımcıları olsun.